6 sene önce Mecidiyeköy’de fiziksel ortamda eğitim verdiğim akademim vardı. Orada küçük gruplara ders veriyordum. Eğitim metodumu başka dillere aktarmak isteyen yakın arkadaşım da beni izlemeye geliyordu.
Bir gün ders esnasında öğrencilerimin çeviri yapmaları için Türkçe şöyle bir cümle kurdum “Bu şu an gelemiyorum çünkü ofisteyim” dedim, sonra “pardon arkadaşlar, düzeltelim: ….çünkü trafikteyim, dolayısıyla geç kalabilirim” dedim. Ve öğrencilerimden şöyle bir ses geldi “öff…..” ve daha önce yazdıklarını silmeye başladılar.
Senelerce eğitim verdiğim için bu tarz şeyleri pek önemsemiyordum. Dersimiz bittikten sonra beni izleyen arkadaşım yanıma geldi ve mükemmeliyetçilik konusunda bakış açımı değiştiren tespitini paylaştı. Dedi ki:
Ya Rüstem, biliyor musun, sanırım Türklerin neden bu kadar mükemmeliyetçi olduklarını anladım ben. Baksana, herkesin elinde kurşun kalem ve silgi var. Ufak hata yaptılar mı, hemen silerler ve doğrusunu yazarlar. Hata kavramı beyinlerine negatif bir şeymiş gibi kodlanmış yıllardır. Biz Fransadaki okullarda ilkokul itibariyle tükenmez kalemle yazardık. Hata yaptığımız zaman üstüne çarpı atar, düzeltir ve devam ederdik. Ve hocalar bizim puanlarımızı asla bunun için kırmazlardı, aksine bu şekilde yapmamızı teşvik ederlerdi. Biz de böylece hatalarımızı göre göre giderdik ve hatalarımızdan ders çıkarırdık.
Konuyla ilgili herhangi bir araştırma olup, olmadığına henüz bakmadım. Ama şahsen bu tespitini sonuna kadar destekliyorum.
Bu yorumdan sonra akademideki duvarlarımı siyah tahta boyasıyla boyadım, ve derslerime gelen küçük çocuklara tebeşir dağıtıyordum ve duvarları istedikleri gibi boyuyorlardı, resim çiziyorlardı, bir şeyler yazıyorlardı. İlk defa bunu gören çocuklar hep aynı tepkiyi verirlerdi: “Ama bu yasak… ama duvarlar sonra çirkin olacak… ama bu yaramazlık olacak, ben yaramaz çocuk olmamam gerekiyor….” Bu cümlelerden bile bir takım psikolojik yaralarımız çıkar ama o konuya hiç girmeyeceğim.
Akademinin haricinde Esenler Havaalanı mahallesinde gönüllü eğitim verdiğim dershane de vardı. Orada öğrencilerimize verdiğimiz kitapların üzerine tükenmez kalemle not edip, yazmalarını istiyordum hep. “Ama hocam, bu yasak…. ama annem ne diyecek? ama bu kitaplar kardeşlerime de bıracakağım….” diyorlardı. Hocalar da bana “Ya hocam, niye böyle bir şey yaptırıyorsun, kitaplar tertemiz olmaları gerekiyor” derlerdi. Ama neyi fark ettim biliyor musunuz? İngilizce derslerimizde tamamen tükenmez kalemlere geçtikten ve kitaplarımıza rahat rahat yazmaya başladıktan sonra:
speaking derslerimize daha fazla öğrenci katılmaya başladı
hata korkusu azaldı
sınıfın genel başarısı arttı
okuldaki İngilizce notları da arttı
Velhasıl Kelam: Kalem deyip geçmemek lazım. Nihayetinde bizim 6. parmağımız... Ve yıllarca beynimize kodladığımız o temiz yazı ve silgi, her şeyi Instagram’daki filtreler gibi kusursuz ve hatasız bir şekilde görmemizi zorluyor... Halbuki bu bizim için büyük bir engel. Öğrenmenin en önemli aşamasıdır hatayı görmek ve geribildirim almak.
Aklıma bir de Japonya’da felsefe haline gelen Kintsugi kavramı geldi:
Kintsugi en genel tanımıyla kırılan eşyayı altın kullanarak yeniden birleştirme sanatıdır. Yani aslında kırılarak varlığı zedelenmiş, bütünselliği bozulmuş ve belki de kullanılamayacak hale gelmiş bir nesneyi sadece tamir etmekle kalmayarak, ona değer katmak ve daha kıymetli hale getirmektir. Kırıklardan ve çatlaklardan bir hikaye oluşturmak….
Ben ilkokul öğretmeniyim. 15 yıldır birinci sınıfta asla silgi kullandırmam. Hatalarına pişmanlık duymazlar. Yanına doğrusunu yazıp geçerler. Sistem tecrübe edildi onaylandı. 👍
Adam yanıla yanıla pehlivan yenile yenile.